Gökçeada Tarihi

Gökçeada

İMROZ


Denizler, depremler, fırtınalar ve atların tanrısı, kötü, kindar, açgözlü Poseidon’un altın yeleli kanatlı atlarını dinlendirdiği ada.


“Denizin diplerinde, uçurumlarda,

Tenedos’la kayalık İmroz arasında

Bir mağara vardır; geniş, kocaman.

Dinlendirirdi orada atlarını Poseidon; yeri sarsan.” (İlyada Destanı’ndan)


Çorak Topraklarda Bereket Tanrısı “İmroz”

Anadolu’da güneşi en son uğurladığımız yer, Her santimetrekaresi heykeltraşları kıskandırırcasına rüzgarın şekillendirdiği volkanik heykel sanki.

Olabildiğince korunmuş özgün mimarisiyle buram buram tarih kokan köyler; Taşlar, binalar, yollar, asırlık çınarlar.

Zengin su kaynaklarının şımarttığı verimli ovalar, bağlar ve zeytinliklerden fışkıran lezzet pınarları. Özgür keçilerin memleketi, pırıl pırıl deniz
ve kumsallarıyla yeryüzünde bir cennet parçası…

Hikayesiyle hüznüyle, İmroz…. 1970’den sonra yani GÖKÇEADA…….

MİTOLOJİDE İMROZ

İmroz’un ortaya çıkışını Karadeniz sularını taşıran bir tufana bağlar efsaneler. Nehirlerden gelen bol su Karadeniz’i taşırmış, güneybatıdaki kara parçası yarılarak Marmara Denizi ve Çanakkale Boğazı oluşmuş.

 

Tufanla birlikte, tufandan hemen önceki iki, sonraki bir sel felaketi ile bölgenin coğrafyası bugünkü şeklini almış. (İmroz ve Semothraki’de tepelerin hemen eteklerinde inşa edilen ve sular çekildiği için tanrılara şükran kurbanı kesmek için kullanılan sunaklara hala rastlanmaktadır. Semothraki’de halkın sığındığı en yüksek tepenin adı “kurtarıcı” anlamına gelen “Saon”dur. Eskiden tüm adaya “Saonnesos” denirmiş.)

 

Bu tufan mitolojide ne güzel hikayeleştirilmiştir:

 

“Bir tarihte İmroz çapkın delikanlı Ege’nin üçbin çocuğundan birisidir, Samothraki gibi. Ege gönlünü bu sefer de güzeller güzeli esmer bakire Karadeniz’e kaptırmıştır. Aşkını meltem rüzgarları Zefiros ile gönderir Karadeniz’e.  Karşılık gelir Karadeniz’den. Dev dalgaları ulaştırır poyraz rüzgarları. Bir ilkbahar gününde gençlerin ateşi dağları, sahilleri aşar ve iki genç buluşur.

 

Bu aşkın güzel meyvesi Marmara doğar. Ablaları İmroz ve Samothraki yeni kardeşleri ile ilgilenirler, onu büyütürler.”

 

Tanrıların uğrak yeridir İmroz, Küçük Asya’dan Olimpos’taki evlerine dönerlerken. Rüzgarlar tanrısı ise pek severmiş İmroz’u. Saroz’dan milyonlarca öpücük gönderirmiş bu güzele. İmroz’un yaz meltemleriyle gelen öpücükleri sahillerinde karşıladığı söylenir.

 

Tanrılar Tanrısı Zeus da, Kafkasya’dan (Kolhis) dönerken dinlenmek için adada bir saray kurmak istemiş. Oğlu Kefalos, adanın en güzel yerine (Kefalos Yarımadası) Zeus’a layık bir saray inşa etmiş.

 

Sadece Zeus mu? Tanrılar, Kuzey Ege’nin dört güzeli; İmroz, Limnos, Samothraki ve Thasos’u mekan tuttular, hiç bırakmadılar. Adaya adını veren birinci kral ve de “Çorak Topraklarda Bereket Tanrısı” İmbrasos’dan tanrıça İmbra’ya kadar.

 

Yunan mitolojisindeki ünlü Trakyalı ozan, talihsiz aşık Orpheus Atinalı kadınlar tarafından parçalanıp Ege’ye atıldığında, kesik başı ve liri Lesbos (Midilli) Adası’na, diğer parçalarının ise  İmrozve Limnos kıyılarına ulaştığı söylenir. (Orpheus’un ölümünden sonra, Tanrılar onun lirini gökyüzüne çıkarıp bir takımyıldızı yaparak ölümsüzleştirirler.) 

TARİH

Yenibademli höyük kazılarında kıyıdan 5 km içeride  MÖ:3000-2000’e tarihlenen yerleşimler, yaklaşık 5000 yıllık bir tarihe işaret ediyor.


İlk sakinleri “Yunanlılar’dan öncekiler” anlamına gelmek üzere Prohelenler olarak adlandırılan gruplar. Gelişmiş uygarlıkları ve halen çözülememiş olan dilleri vardı. Helenlerin MÖ:2000’den itibaren Yunanistan’a ve bölgeye yerleşmeye başlamaları üzerine yerlerini terk etmediler. Gelenlerin hükümranlığını kabul ettiler. 


Kuzeyden gelenler sarışın, mavi gözlü Avrupalılar iken, Prohelenler tipik Akdeniz halkı gibi esmerdiler.


Halklar arasında kaynaşma İmroz gibi uzak adalarda kolay olmadı. Yerli  halkın MÖ:500’lere kadar Prohelen özelliklerini korumaya çalıştıkları biliniyor.


Nitekim İmroz adı Yunanca değil. İmbrasos bir Prohelen tanrısı.


Atina’nın en güçlü dönemlerinde dahi İmroz halkının Prohelen refleksleri devam ettirildi. Yunanlıların Truva saldırısına katılmadılar, aynı boydan geldikleri Truvalılar safında yer aldılar.


Savaş sırasında esir edilen Truva Kralı’nın oğlu Lykaon’un Limnos’da satışa çıkarıldığını duyan İmroz Kralı Eetion, onu yüksek bir bedelle satın almış ve gizlice memleketi Truva’ya geri göndermiştir.


Savaş bittiğinde Atina, kimliğini korumaya çalışan ana karadaki tüm Prohelenleri İmroz ve Limnos’a sürgün etti.


Atina’dan adaya gönderilenlerden bir grup da Pelasglar. MÖ 1192’de Akropolis surunu inşa etme karşılığında Attika’ya yerleştirilen becerikli Pelasg halkı, bu çorak araziyi imar ederek ekip biçmişler, ancak bu değişimi hazmedemeyen Atinalılar tarafından hiçbir sebep gösterilmeden kovulurlar. Çaresiz halk  Limnos ve İmbos’a dağılırlar. Önceden Semothraki asıllı olan Pelasglar, böylece aynı soydan geldiği halkların yanına sığınmışlardı.


Pers Kralı Dareios MÖ 514’de Bizans’ı ele geçirdikten sonra, komutanı Otanes, Midilli halkının savaş gemilerini kullanarak Limnos ve İmroz’u egemenliği altına alır. İmrozlular Perslerle birlikte İskitlere karşı da savaşırlar. Bu savaşta Komutan Otanes’in İmrozluları Limnoslular kadar cesur olmamakla ve savaştan kaçmakla suçladığını yazar, Herodot.


Pers işgalinden ders alan Atina’nın adayı Yunanlı askerler ile fakir ve mülksüz vatandaşlarla doldurduğu MÖ:500’lerden itibaren ada hakim Prohelen kimliğini kaybetti ve artık bir Atina kolonisi oldu. Ancak Limnos ile birlikte kısmen özerk kalabildiler. 


Kastro’da (Kaleköy) bulunan bir çok yazıt, Ada’ya gelen Atinalıların burayı Atina’nın bir mahallesi gibi gördüklerini yansıtır. Kaleköy ovasından geçen dereye bile Atina’daki derenin ismini (ilisos) vermişlerdir. Ada’da kurdukları kent de, “İmroz’daki Atina Kenti” olarak adlandırılıyordu.


Yeni sakinlerin, Atina asıllı olmalarının getirdiği hukuki haklarını korumak için getirilen  imkanla, İmroz ve Limnoslular, babadan oğula geçecek şekilde, hem Atinalı hem de İmroz-Limnoslu sayıldılar. Yerliler bu hakkı sorumlu oldukları durumda Atina kanunlarından kurtulmak için sonuna kadar kullandılar. O kadar ki hukuk literatüründe “İmrozlu” sözcüğü hala “Davadan Kaçan, Uyanık” anlamında kullanılmaktadır.


Atina şehir devletine bağlı iken, yerleşim ağırlıklı olarak Kaleköy tarafında. Ada’nın merkezi burası, Kaleköy nüfusunun 2.000’i geçtiği bilinir. İmbrasos’un tapınakları da Kaleköy’de.


Çeşitli saldırılara, işgallere rağmen MS:800’lere kadar Atina denetiminde kalmaya devam eder. 767’de Slav ve Bulgar askerleri adayı işgal eder ve halkın önemli bir kısmını (2.500 kişi) esir alarak götürür. 2 yıl sonra Bizans İmparatoru onları kurtardığında, esirlerden bir kısmı adaya geri döner. Bazıları İstanbul’da kalır. İmrahor  köyünü İstanbul’da kalan İmroz’lu esirlerin kurduğu bilinir. Girit’e gidenler ise burada İmroz köyünü kurarlar.


İstanbul’un fethinden sonra İmroz’lular Osmanlı’ya katılmayı kararlaştırırlar, tarihçi Kritovulos başkanlığında bir heyet 1456’da adayı Fatih’e takdim ederler.


Osmanlı döneminde Limnos, Tasos ve Semathraki ile birlikte Gelibolu Sancağına bağlı yönetilmiştir.


Cumhuriyet dönemine kadar kısa süreli işgaller yaşanmış.


Çanakkale savaşları sırasında müttefiklerin karargahı olmuş. İngilizler havalimanı inşa edip, kullanmışlar. 


Sevr anlaşması ile Bozcaada ve diğer adalar gibi Yunanistan’a bırakıldı.


Son olarak Lozan andlaşması ile Türkiye Cumhuriyeti’ne bağlılığı tescillenir (22 Eylül 1923 – Kurtuluş günü).


Nüfus 1900’ların başında maksimum seviyeye (9.500) ulaşmıştır. Ahalinin tamamı rum kökenli ve hristiyan idi. Rum kökenli nüfus 1960’larda 5.000’lere, 70’lerde 2.000’lere, 80’lerde 500’e, günümüzde ise 200’lere inmiştir. 


1940’a kadar bir kaç tane memur ailesi dışında müslüman nüfus olmamıştı. Bulunan en eski Türk mezar taşı 1768 tarihli.


1940 yılında ilk kez 200 gibi yüksek sayıda müslüman nüfus kaydedildiğini görüyoruz. Bu sayı 70’lerde 4.000, 80’lerde 7.000, günümüzde ise 9.000’lere ulaşmıştır.


Bu sonuç, arkasında bilinçli-bilinçsiz politikalar ve acı hikayeler olan ciddi bir yapısal dönüşümü ifade etmektedir. 

EKONOMİ

Ada son yıllara kadar kendisine yetebilen bir ekonomik yapıya sahipti. Çalışkan halk neredeyse en zor alanlar dahil, ekip biçebiliyordu. Üzüm bağları, sebze meyve bahçeleri, göz alabildiğince zeytinlikler… Hayvancılık çok gelişmişti.

Dışarıdan gelen ürünler sınırlıydı. Köylerde birden fazla yağ fabrikası, süt ürünleri imalathaneleri, kiremit ve tuğla ocakları bulunurdu.

Zeytin yağı, sabun, süt ürünleri, koyun, keçi, sünger gibi ürünler ada dışına gönderilirdi.

Ada’da 1950’lerde turizmciliğin başlandığı söylenir. Ev pansiyonculuğu ve özellikle Kaleköy’de lokantalar hizmet vermeye başlamıştı.

Halen ada nüfusunun çoğunluğu işçi ve memur.

Tarım, hayvancılık yaygın. 

    • Zeytincilik,
    • Arıcılık,
    • Bağcılık,
    • Organik tarım,
    • Balıkçılık (146 balık türü),

Rumların adayı terketmeye başlamasıyla, sahip olduklar koyun ve keçiler doğaya salınmışlar. 40 yıldır dışarıda serbest dolaşıyorlar, açıkta barınıyorlar, avlayabilecek vahşi hayvanlar yok, adanın bitki örtüsü beslenmelerine ve korunmalarına uygun.

Yılda bir kez işaretleme için toplanırlar,

Düzgün beslenememeleri nedeniyle bu ırklar küçük yapılı hale geldi (örneğin canlı keçi ağırlığı, 46-60 kg yerine 33 kg).

Son yıllarda büyük bir gelişme gösteren ev pansiyonculuğu (Uğurlu ve Yeni Bademli Köyleri) ve sörf turizmi (Kefaloz),

Oteller giderek artıyor, gelişiyor. Turizmde gelişmiş bölge

Olabildiğince korunan Rum köyleri hem ziyaret, hem de konaklama, yemek içmek için giderek daha fazla ilgi çekiyor.

Ada’da giderek gelişmekte olan organik tarım önemli bir potansiyel sunuyor.

Yatırım teşviki kapsamında öncelikli bölgelerden.

DİN

Prohelenistik dönemdeki tanrılar için (Kavirler) yapılan mistik ayinlere Kaviria Mistiria denirdi. Bilinen en eski tapınaklar Roksados denen mevkide ve Tepeköy’de (Thameni) bulunmaktadır.

 

İmroz’un hristiyanlığı kabul etmesi 400’lerin sonundadır.
Thameni’ye bir ayin sırasında gelen Konon/Konan isimli misyonerin hristiyanlığa davetini kabul etmeyen halk, Konon’un ” bir saat içinde büyük bir deprem olacak” şeklindeki kehanetinin gerçekleşmesiyle hristiyanlığı kabul edecektir. (Bu geçişin kılıç zoruyla olduğu da rivayet olunmaktadır.)

 

Ada’da her yerleşim yerine manastır, kilise, küçük şapeller yapılmıştır. 1960’larda 250 civarında ibadethanenin bulunduğu biliniyor.